29 Haziran 2008 Pazar

EĞİTİM ÜZERİNE PROFESYONEL BİR BAKIŞ - Yrd. Doç. Dr. Leyla FETİHİ

Kendimize anlamlı amaçlar belirleyerek belli sürelerden oluşan ve esasında oldukça kısa olan yaşamlarımızı geçirmekteyiz. Her nesil kendinden sonra gelen nesle katkı sağlayarak dünyayı daha hoş bir hale getirme hedefinde. İşte eğitimciler böyle bir görevi üstlenmiş kişilerdir.

Öğrenmenin sonu olmayan bir süreç olduğuna inanıyorum. Doğduğumuz andan vefat etmekte olduğumuz ana dek devam ediyor. Bu süreçte kendimize ve çevremize faydalı olmaya çalışıyoruz. Kendimizi gerçekleştirdikçe, hayatı kucakladıkça, daha mutlu, daha verimli oluyoruz. Hayatımızın tatmin düzeyi daha fazla oluyor.

Öğretmenlik, manevi tatmin düzeyi oldukça yüksek meslekler arasında yer alıyor. Öğretmen öğrenci sevgisini çok özel, çok kutsal, çok geliştirici, çok kalıcı olarak görüyorum. Her yıl yeni öğrenci gruplarıyla bir araya geldiğimde, karşılıklı olarak birbirimizden öğrenmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Ne güzel!. Ne mutlu!. Bu diyalogda saygı önemli bir yer tutuyor. Bir yetişkinin bir gence veya küçük bir çocuğa göstereceği saygı arkasından gelen sevgi ve bunun karşılığında alınacak sevgi ve saygı.

Olgun bir yetişkin olmak demek, küçükleri korumak ve eğitmek anlamını taşımaktadır. Eğitim alanındaki deneyimlerim biriktikçe, bir genci ya da bir çocuğu incitmenin kolay olduğunu oysa onu yapıcı bir yaklaşımla eğitip, geliştirmenin daha önemli ve emek isteyen bir süreç olduğunu görüyorum. Hepimiz hayatımız boyunca sürekli olarak hem bir öğrenciyiz hem de bir öğretmeniz. Bir öğretmen olarak öğrencilerime yararlı olacak mesleki bilgileri iletiyorum, onları mevcut kaynaklardan haberdar ediyorum ama biliyorum ki, öğrenme ancak öğrenen öğrenmek istediğinde gerçekleşecektir. Çocuklarımızın öğrenmeyi öğrenmesi ve öğrenmenin eğlenceli olduğunu anlaması hayatları boyunca onlara yardımcı olacak keşiflerdir. Aktif (etkin) öğrenme, bir başka deyişle yaparak, deneyerek, yanılarak, duyularını kullanarak, düşünüp, tartışarak hayat boyu öğrenmek önem taşımaktadır.

Hepimiz hayatımız boyunca aktif öğreniyoruz. Sorularımızı soruyoruz, cevaplarımızı bulmaya çalışıyoruz. Düşe-kalka, hata yaparak büyüyoruz (Fathi, 1993). Aktif öğrenme sonucunda çocuklar kendi ilgilerini tanıma ve sorularına cevap bulma yollarını keşfederler. Böylelikle kontrol duyguları ve tatmin düzeyleri artar. İnisiyatifleri, merakları, bağımsızlık ve sorumluluk duyguları olumlu etkilenir (Hohmann ve Weikart, 1995).

Bırakalım çocuklarımız yaratıcılıklarını diledikleri gibi kullansınlar. Onları bizlerin kafalarındaki doğru ya da yanlışlarla kısıtlamayalım. Bırakalım mor damlı bir ev yapsınlar. Bir yuvarlak çizip, uzay gemisi olduğunu söylesinler. Onları kırmayalım, küstürüp öfkelendirmeyelim, yargılayıp kınamayalım. İnsan olmanın doğasında hata yapmak, kusurlu olmak var. Bizlerin en önemli rolü çocuklarımıza destek olmak. Onları dinlemek, anlamak, fikirlerini kabul etmek, düşünmeye teşvik etmek, farklılığı kabul etmek, hassas gözlemciler olmak, karşılıklı olarak birbirimizden öğrenmek. Yaratıcı insanları anormal kabul edip, onları dışlamak, onların potansiyellerinden yararlanmamak kimseye fayda sağlamayacaktır. Ancak böyle bir yaklaşım, hiçbir şekilde çocukları başı-boş bırakmak anlamına gelmemektedir.

Çoğu kez çocuklarla ilişkilerimizde övgü/ödül ve ceza dilini kullanıyoruz. "Çok güzel olmuş", "çok beğendim" veya "berbat olmuş, becerememişsin", "hiç beğenmedim". Oysa ortaya çıkardığı ürün çocuk için ne kadar anlamlı ve değerli. Övgü yerine teşvik ifadelerini kullanabiliriz örneğin, "resmini nasıl yaptığını bana anlatır mısın"; "resmini yaparken epey uğraştın"; "resminde pek çok sarı renk kullanmışsın" gibi ifadelerle harcanan çabaya odalaşan yapıcı yaklaşımlarda bulunabiliriz (Fathi, 1994).Çocuklarımız bizlere doğanın hediyeleridir. Onlar bizim sahip olduğumuz mallar değillerdir. Sanırım bu gerçeği göz ardı ediyoruz zaman zaman. Görevimiz, onlarla beraber büyümek, arkadaş olmak, sevmek, kabul etmek, anlamak, desteklemek, beraber oynamak, yol göstermek, geliştirmek, kolaylaştırmak, kalıcı olumlu izler bırakmak, onları kazanmak, olabildiğince ön yargısız olmak. Böyle bir ortamda büyüyen çocuk çevresine yetişkin olduğunda doğal olarak faydalı olabilecektir çünkü öncelikle kendini anlayabilen, kendine faydalı olabilen bir insan olmuştur.

Şimdi sizlerle Ralph Waldo Emerson tarafından yazılmış olan aşağıdaki şiiri paylaşmak istiyorum.

BAŞARI
Sık ve çok gülmek;Zeki insanların saygısını ve çocukların sevgisini kazanmak;
Dürüst eleştirmenlerin onayını almak ve sahte dostların aldatmacasına kapılmamak;
Güzelliği takdir etmek;Başkalarında en iyiyi bulmak;
Dünyayı sağlıklı bir çocukla, bir parça bahçeyle ya da düzelmiş bir sosyal koşulla biraz daha iyi bir şekilde bırakmak;
Bir kişinin bile olsa siz yaşadığınız için daha rahat nefes aldığını bilmek;
İşte bunlar başarıdır.

Bu şiir ne kadar geniş ve çok-yönlü bir başarı tanımını içeriyor değil mi?!. Bu şiir bize başarının tek bir tanımı olmadığını, pek çok boyutu olabileceğini hatırlatıyor. Hayatının tüm alanlarında başarılı/başarısız bir insanın varolduğuna inanmıyorum. Başarılı ya da başarısız olduğumuz yanlarımız var. Tıpkı, tümüyle aptal/akıllı, üstün/aşağı çocukların olmadığı gibi. Bu şiir bizi, kendimiz ve çocuklarımız adına düşünmeye davet ediyor. Hepimiz kendimize özgüyüz. Bizimle tamamıyla aynı olan bir başka insan daha yok dünyada. Çocuklarımızı diğer çocuklarla kıyaslamak örneğin, "Yasemin senden daha güzel resim yapıyor", "sen henüz düzgün konuşamıyorsun oysa Ahmet çoktan konuşmaya başladı" gibi ifadeler onların kalbini kırıp, gelişimlerini olumsuz etkilemekten başka bir amaca hizmet etmeyecektir. Farklılık güzeldir, farklılık zenginliktir, farklılık beraberinde kuvveti getirecektir. Birbirimizden farklı olan yeteneklerimizi bir araya getirerek çok daha iyi şeyler başarabiliriz. Unutmayalım, hepimiz birimizden çok daha zekiyiz. Bu da bizi takım (ekip) çalışmasının önemine getiriyor. Eğitimciler, aileler, çocuklar, bütün toplum el ele hep birlikte çalışarak amaçlarını gerçekleştirebilir.

Öğrencilerime kendilerini sürekli yenilemelerini ve geliştirmelerini öneriyorum. Sporla, sanatla, kitap okuyarak, kurslara katılarak, eğitime devam ederek... Kendine faydalı, kendiyle mutlu olabilen bir insan ancak çevresine faydalı olabilir. Kendimizi ve çocuklarımızı, davranışlarının farkında olan, düşünce ve duygularıyla ilgili farkındalık geliştirmiş, öz-güven sahibi, empati kurabilen, problemleri iletişim becerileri yoluyla çözebilen bireyler haline getirmeye çalışmak önemlidir. Bunun için çocuklarımızın öncelikle bu özelliklere sahip yetişkin modellerini görmeleri gerektiğini hatırlatmak istiyorum. İnsanoğlu boşlukta yetişemiyor, uzun yıllar süren çabalar sonucu büyüyor ve olgunlaşıyor. Onlara insanca davranışlar sergilemeden insan olmalarını beklemenin gerçekçi olmayacağı görüşündeyim. Öğretmenlik gibi bir sevgi mesleğini yapabilmenin bir ayrıcalık ve bir hediye olduğunu düşünüyorum. Sevgisiz, katı bir kalple, kırıcı bir tarzla yapılabilecek bir meslek olmadığına inanıyorum. Bir öğretmenin performansında çalıştığı kurumdaki yöneticisi de rol oynamaktadır. Öğretmenlik fiziksel ve duygusal açıdan zorlayıcı bir meslek olarak nitelendirilebilir. Bir yuva yöneticisinin bundan haberdar olarak, çalışanlarının verimi için en uygun ortamı oluşturmaya çalışması önemlidir. Okulöncesi eğitimi alanında çalışan öğretmenler çocuklarla ilişki halinde olmayı çok sevdikleri ve psikolojik bir tatmin aldıkları için mesleklerini çoğu zaman yetersiz maaş alsalar bile sürdürmektedirler (Fetihi, 2000).

Kendi eğitim felsefemi paylaşmaya çalıştığım bu satırlar, meslek yaşamımdaki deneyimlerim ve bilgilerim ışığında ortaya çıkmıştır. Sorumluluğumuzun, elimizden gelenin en iyisini yapmak olduğuna inanıyorum. Hiç birimiz mükemmel değiliz. Yazımın sonunda "en iyi iyinin düşmanıdır" ifadesini kullanmak istiyorum. Burada ifade etmek istediğim, eğer kendimizden, çocuklarımızdan mükemmellik bekleyecek olursak, korkarım üretimimiz yavaşlayacak, hata yapma korkumuz o oranda artacaktır. Hizmetlerimizde daima titizlikle, iyi niyetle gayret etmek daha akılcı ve gerçekçi olacaktır. Çalışma alanımızdaki isimlere, başlıklara takılmak yerine içerik üzerinde durup, içeriği anlayıp kendi sentezimizi oluşturmak daha gerçekçi ve sağlıklı olacaktır. Unutmayalım ki, tüm soruların cevabı olabilecek sihirli bir değnek, tek bir doğru çözüm yolu yoktur. Çözümler, edindiğimiz bilgileri eğitimcilik sentezimizden geçirerek çözüm yolları üretip, bu yolları denemekten geçmektedir. Teori ve pratik el ele bizim yol göstericimiz olacaktır.

Son olarak, kendilerinden çok şey öğrendiğim tüm öğrencilerimi ve tüm öğretmenlerimi sevgiyle anmak istiyorum. Öğretmenlerimin ellerinden hürmetle öperim. Hayatta olmayan öğretmenlerimin ve büyüklerimin geride bana bırakmış oldukları aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlarsız bugünlere ulaşmam güç olacaktı.

KAYNAKLAR
Fetihi, L. (1994). Övgü mü teşvik mi?. Yaşadıkça eğitim, 32, 6-8.
Fetihi, L. (1993). Çocuklarla nasıl oynayalım?. Yaşadıkça eğitim, 28, 28-30.
Fetihi, L. (2000). Okulöncesi eğitimde yönetici-öğretmen ilişkisi. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Dergisi, 17, 55-70.
Hohmann, M. ve Weiart, D.P. (1995). Educating young children: Active learning practices for preschool and child care programs. Ypsilanti, Michigan: High/Scope Press.


Yrd. Doç. Dr. Leyla FETİHİ

Hiç yorum yok: