22 Ekim 2008 Çarşamba

......>>>><<<<........

Benci miyim?
Hayır değilim,
Sadece kendimi düşünen biri değilim....

-Öyleyse, "neden?"

19 Ekim 2008 Pazar

Müzik Eğitiminde Shinichi Suzuki ve Yetenek Eğitimi Felsefesi

Yazar: Gönenç Hongur


Yetenek eğitimi Japon kemancı ve eğitimci Shinichi Suzuki (1898-1998) tarafından 20. yüzyılın ikinci yarısında geliştirilmiş bir müzik eğitimi felsefesi ve metodudur. Metod 70lerin sonları 80lerin başlarından itibaren dünyanın birçok değişik bölgesindeki müzik eğitimi uzmanlarınca büyük saygıyla karşılandı ve ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri, Canada ve Avustralya gibi pasifik ülkeleri olmak üzere Avrupa ve birçok Afrika ülkesine hızla yayıldı. Başlangıçta keman eğitimi için geliştirilmiş olmasına rağmen flüt, blokflüt, gitar, piyano, viyola, viyolonsel, kontrbas, org, arp gibi birçok enstrümana ve ses eğitimine ve hatta matematik, edebiyat, resim eğitimine de uyarlanmıştır. Yetenek eğitimi Japon kemancı ve eğitimci Shinichi Suzuki (1898-1998) tarafından 20. yüzyılın ikinci yarısında geliştirilmiş bir müzik eğitimi felsefesi ve metodudur. Metod 70lerin sonları 80lerin başlarından itibaren dünyanın birçok değişik bölgesindeki müzik eğitimi uzmanlarınca büyük saygıyla karşılandı ve ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri, Canada ve Avustralya gibi pasifik ülkeleri olmak üzere Avrupa ve birçok Afrika ülkesine hızla yayıldı. Başlangıçta keman eğitimi için geliştirilmiş olmasına rağmen flüt, blokflüt, gitar, piyano, viyola, viyolonsel, kontrbas, org, arp gibi birçok enstrümana ve ses eğitimine ve hatta matematik, edebiyat, resim eğitimine de uyarlanmıştır.
Japonca’da “saino” kelimesi hem doğal yetenek, hem de beceri anlamında kullanılır.
Bunun yanısıra müzik gibi özel bir hüner gerektiren ya da karakter gibi kişisel gelişimi kapsayan alanlarda beceri ve yeteneğin gelişimini çağrıştıran geniş bir anlama da sahiptir. Suzuki’nin de en önemli hedefi her bireyi kendi enstrümanının ustalık seviyesinde en yüksek noktaya ulaştırmak değil, mesleği ne olursa olsun, müzik yoluyla dürüst ve nitelikli bireyler yetiştirmektir. Yetenek eğitimi ve felsefesiyle ilgili ayrıntılara girmeden önce açıklığa kavuşturmak istediğim bir nokta metodun adlandırılmasıyla ilgilidir. Bir çok bölgede ve dilde “Suzuki Metodu” olarak anılmasına rağmen sadece bir metod değil, bir eğitim felsefesi olması nedeniyle Shinichi Suzuki bu ismi kullanmaktan ısrarla kaçınmış, “Anadil” metodu demeyi tercih etmiştir. Bu yüzden Suzuki’nin yetenek eğitimi felsefesi çalışma boyunca “Anadil Metodu” tamlamasıyla temsil edilecektir.


HER ÇOCUK BAŞARABİLİR

Suzuki müzik yeteneği olgusunun doğuştan ya da kalıtsal olmadığına inanırdı.
Felsefesini “Anadil” olarak adlandırdığı teorinin üzerine kuran Suzuki’ye göre her çocuk yeteneklidir ve eğitilebilir. Bu bağlamda yetenek eğitimi felsefesini de kişinin anadilini konuşmayı öğrenme sürecine dayandırmaktadır. Her sağlıklı çocuk oldukça erken yaşında anadilini konuşabilmektedir çünkü bu beceriyi kazanabilmesini sağlayan bir çevreye sahiptir. Hatta bir çocuğun anadiline hakim olma süreci o kadar kanıksanmıştır ki bu durum bir beceri emaresi olarak dahi görülmez. Her çocuk çevresinde görüp duyduğunu taklit etme eğilimiyle doğmaktadır. Doğumundan, hatta anne karnındaki gelişiminin başladığı andan itibaren çocuk yakın gelecekte anadili olacak sesler bütünüyle sarılır. Eğer çocuğun çevresi aynı şekilde müzikal uyaranlarla sarılırsa, çocuk dil becerisini geliştirdiği gibi müzikal becerisini de geliştirebilme şansına sahip olacaktır. Suzuki “Anadil” kavramıyla her çocuğun çevresi tarafından eğitildiği düşüncesine vurgu yapmaktadır. Bilgi, günlük ve devamlı eğitimle aşılanmış ve daha sonra beceri, tam vakti gelene kadar gelişmeye bırakılmıştır. Hazırlanma, zaman ve çevre teşvik edici unsurlar olarak bir araya gelmiştir. Toprağa ekilen tohumu görmeyiz ancak su, ısı, ışık ve gölge günlük uyaranlar olarak etki eder; ilk filizin göründüğü güne kadar azar azar, gözle görünmeyen bir değişim vardır. Bu iki durum birbiriyle karşılaştırılabilir değil midir?
Suzuki’nin varsayımına göre beceri beceriyi besler ve çocukların erken yaşlarda kazandığı küçük hünerler ileride büyük becerilere dönüşür. “Suzuki’nin eğitiminde çocuk basit beceriler edinir ve bunları buradan başlayarak geliştirir, biriktirir ve mükemmelleştirir.”[3] Anadil metodunun çıkış noktası müzik olmasına rağmen, eğitim bilimlerinde birçok alana uygulanabilecek kadar esaslı bir kuramdır. Suzuki’ye göre de “eğer bugün okullarda anadil metodu eğitimi uygulansa sonuçlar günümüzde kullanılan metotlarla alınanları fazlasıyla aşardı.”


SUZUKİ ÜÇGENİ


Çevre anadil metodundaki en temel etmendir ve çevrenin dayandığı üç önemli sütun Suzuki Üçgeni olarak adlandırılır. Suzuki üçgenini oluşturan üç nokta ise öğretmen, öğrenci ve ebeveyndir. Öğretmen genel öğrenme sürecinden sorumludur. İzlenceyi oluşturmak, çalışılacak ve dinlenecek materyalleri belirlemek ve enstrümanın öğrenciyle birlikte ebeveyne de tanıtılmasını ve öğretilmesini sağlamak öğretmenin görevidir. Öğretmenin öğrenciye ve onun öğrenme sürecine karşı profesyonel bir yaklaşım belirlemesi gerekir. Bu yaklaşım en temelde cesaretlendirme ve teşvik etmeyi kapsar. Öğretmenlerin anadil metodunu öğretebilmek için özel bir eğitimden geçmesi gerekir. Suzuki’nin de sıklıkla belirttiği gibi anadil metodu sabit ve değişmez bir metod değil, günden güne gelişen bir metoddur ve bu yüzden öğretmenler sürekli yeni fikirler ve yöntemler arayarak öğretmeye dair becerilerini zenginleştirmekle yükümlüdürler.
Yetenek eğitiminde ebeveyn hayati bir unsurdur. Ebeveyn öğretmenden enstrümanın temel özellikleri ve öğretim yöntemleriyle ile ilgili bilgi edinir. Hatta enstrümanı çalmayı öğrenir. Bugün Amerika Birleşik Devletlerinde anadil metoduyla eğitim veren bir çok enstitü ve okulda haftanın belli saatlerinde ebeveynlere enstrüman ve temel müzik teorisi dersleri verilmektedir. Ebeveyn evdeki öğretmendir ve bu yüzden çocukla birlikte tüm derslere katılmak, dersi takip etmek ve not tutmakla yükümlüdür. Ayrıca ders dışında çocuğun müzikten ve enstrümanından kopmamasını sağlamak için çalışılan ve çalışılacak eserlerin kayıtlarını dinletmek, günlük çalışmaların ve tekrarların düzenli olarak yapılmasına yardımcı olmak, çocukla birlikte çeşitli müzik etkinlikleri ve çalıştaylara katılmak, çocuğun çalışmalarını ödüllendirmek ebeveynin temel görevleri arasındadır. Bunun yanında, ebeveynlerin asla unutmaması gereken en önemli noktalardan biri çocukları için ilk ve en etkili modeli oluşturdukları gerçeğidir. Çocukların ilk taklit etme eğilimi duyduğu model ebeveyndir ve ebeveynin genel yaşamı, günlük hayatı ve tepkileri çocuk için kalıcı özelliklere dönüşecek öğeler taşır. Ebeveyn öğretmenle karşılıklı yardımlaşma içinde olmalı ve onunla güçlü bir iletişim ağı kurmaya özen göstermelidir. Ebeveyn ve öğretmen, çocuğun öğrenimi için gerekli çevreyi oluşturan iki önemli unsurdur. Yetenek eğitiminde öğrenci, biri evde olmak üzere iki öğretmene sahip olmanın avantajını yaşar sürekli ve düzenli gözetim altında olur. Bu durumda müzik ve enstrüman çalma ve çalışma her gün yapılması gereken zorunlu bir aktivite değil, günlük bir rutin, bir ihtiyaç haline gelecek ve çocuğun yaşamının bir parçası olacaktır.

ERKEN BAŞLANGIÇ

Yetenek eğitiminde becerinin geliştirilmesi, yeteneğin kazanılmasının doğal bir süreç içine girmesi için gerekli çevre koşullarının mümkün olduğu kadar erken sağlanması çok önemlidir. Bu yüzden aileler çocuklarının eğitimini olabildiğince erken yaşta başlatmaları için teşvik edilir. Anadil metodu öğrencilerinin büyük bir çoğunluğu eğitimlerine üç ya da dört yaşında başlıyor olmalarına rağmen, erken başlangıç kavramı bu yaşlardan daha da öncesini kapsamaktadır. Anadilin öğrenilmesinde olduğu gibi Suzuki yetenek eğitimi de doğumla birlikte başlar. Suzuki müzik dinlemenin anne karnında başlaması gerektiğini sıklıkla dile getirmiştir. 0-5 yaş arası çocukların işitme kapasitesinin en yüksek olduğu dönemdir. Eğer anadil öğrenme süreciyle müzikal yetenek arasında bir paralellik kurulacak olsa, birçok benzer noktanın varlığı dikkat çeker. Çocuklar erken yaşlarında çevrelerini çok dinliyor gibi görünmemelerine rağmen pasif dinleme güçleri sayesinde çevresindeki sesleri taklit edebilecek beceriyi geliştirirler.
Erken başlangıcın avantaj sağladığı bir diğer önemli nokta ise fiziksel gelişimle birlikte ortaya çıkar. Çocuklar kaslarını yetenekleri doğrultusunda kullanmayı alışkanlık haline getirdikçe ve gerekli uzuvlarını beyinleriyle koordinasyon içinde tutmaya aşina oldukça, enstrüman çalmak onlar için doğallaşacak ve enstrümanları ileride vücutlarının bir parçası gibi olacaktır. Birçok uzman eğitimci gibi Suzuki de büyürken eğitilmeyen yeteneğin daha sonra sıkıntı ve acı getirdiğinı vurgulamıştır.
Anadil metodunun en tecrübeli öğretmenlerinden biri olan Robin Bogner de erken başlangıç meselesine farklı bir açıdan yaklaşıyor ve şöyle diyor: “Çocuklar erken yaşlarında elde ettikleri başarılarından dolayı, ileriki yaşlarında diğer aktiviteler için müzikten vazgeçmek istemiyorlar.”


DİNLEME

Başta çalışılan ve çalışılacak olan eserler olmak üzere öğrenilen enstrümanın repertuarını oluşturan müziklerin pasif ve aktif şekilde her gün düzenli olarak dinlenmesi yetenek eğitiminde bir olmazsa olmazdır. Yetenek eğitiminde her enstrüman için belirlenmiş parçalar ve etüdler öğrencilerin ve ebeveynlerin dinlemesi için profesyonel müzisyenler tarafından kaydedilir ve günümüzde CD olarak yayınlanır. Pasif dinlemenin çocuklar üzerindeki etkisi asla hafife alınmamalıdır. Anadil metodunun ana ilkelerinden biri kafada bilinen müziğin daha kolay ve hızlı öğrenildiği kuralını uygulamaktır. Düzenli müzik dinleme çocukların ezber yeteneğine yaptığı önemli katkıyla birlikte, onların diğer işitsel yeteneklerinin gelişimine de yardımcı olur. Müzik dinlemeyi gününün rutin bir aktivitesi olarak alışkanlık haline getiren bir çocuk, entonasyon, ton algısı, nüans ve cümleleme gibi müzikal hassasiyetin temel yapılarını içselleştirmede oldukça avantajlı bir konuma sahip olacaktır. Anadil metodu keman ve viyola öğretmeni Carolyn Meyer bu durumu kendi tecrübesine dayanarak örneklendiriyor. Carolyn Meyer çocukluğunda parçaları çok çabuk öğrendiğini hatırlıyor olmasına rağmen kayıtları dinlediğini hayal meyal hatırladığını söylüyor ve bu durumu, dinlemeyi hayatının rutinine yerleştirmiş olmasına bağlıyor. Ona göre kayıtların dinlenmesi çocukluğunda o kadar rutin bir aktiviteydi ki bu yüzden onun hayatında hatırlamasını gerektirecek düzeyde bir iz bırakmadı.

TEKRARLAMA

Anadilin öğrenilmesinde olduğu gibi öğrenilen materyallerin belli aralıklarla tekrar edilerek gözden geçirilmesi yetenek eğitiminde çok önemli bir noktadır. Çocugun yeni kelimeler öğrendikçe daha önceden öğrendiklerini kullanmayı bırakmaması Anadil metodunun metodolojisini oluşturmada çok önemli bir ipucu olmuştur. Anadil metodu öğrencisi yeni müzikler öğrendikçe eskileri parmaklarında ve hafızasında tutmaya devam eder. Zamanın bir kısmını özellikle tekrarlama ve gözden geçirmeye ayırır. Suzuki yeteneğin geliştirilmesi noktasında tekrarın önemini şu sözlerle vurguluyor: “Yetenek ve becerinin geliştirmesi işlemi öğrencinin kendisine verilen müzik parçasını hatasız olarak çalmayı öğrenmesi sonrasında başlar, daha once değil.”

Sonuç olarak, öğrenci öğrendiklerini ne kadar tekrar eder ve gözden geçirirse becerisi o oranda gelişir. Yeni edinilen beceriler ve hüner gerektiren aktiviteler vücut için doğal bir hale gelinceye kadar tekrar edilmelidir. Tabii ki her öğrenci için gereken tekrar miktarı farklıdır. Burada önemli olan öğrencinin materyali özümseyip özümsemediğinin sıkı bir şekilde gözlemlenmesidir. Yeni bir tekniği halihazırda bilinen bir parçada öğrenmek ve ona incelik kazandırmak her zaman daha kolaydır. Öğrenme, sadece öğrencinin yeni ve ileri düzey parçaları çalıştığı zaman değil, aynı zamanda yeni müzik fikirlerini ve tekniklerini eski parçalarda uyguladığı zaman oluşur. Anadil metodu öğrencileri eski parçaların yeni teknikler kullanarak tekrarlanması konusunda cesaretlendirilmelidirler. Bu şekilde hem hafızalarını tazelemiş ve bildiklerini unutmamış olacak, hem de yeni teknik çalışmaları daha rahat bir ortamda uygulama fırsatı elde edecekler. Bildiği parçadaki müzikal içerik dikkat dağıtıcı olmayacağı için, öğrenci temel duruşunu ve pozisyonunu bozmadan yeni teknik için hazırlık yapabilir. Düzenli tekrar öğrenci için her an icra edebileceği bir repertuarın varlığı anlamına da gelir. Bu öğrencinin motivasyonunda ve yaptığı işten hoşlanmasında çok etkilidir.


NOTA OKUMANIN ERTELENMESİ


Anadil metodunda nota okumanın ertelenmesi, metodunun en sert eleştirilen yönlerinden biridir. Ancak çocuğun konuşmayı, okumayı öğrenmeden önce öğreniyor olması bu uygulamanın esin kaynağı olmuştur. Bu yüzden Anadil metodu öğrencisi enstrümanında belli bir teknik seviyeye ulaşmadan nota okumaya zorlanmaz. Suzuki çok erken yaşta nota öğretimine karşı itirazını şu sözlerle çok açık şekilde ortaya koyuyor: Bana göre yazılı müzik, müzik eğitiminde tekdüzeliğe sebep olan en büyük düşmanlardan birisidir. Müzikal notasyon gerçekten kolaylık yaratan, övgüye değer, harika bir icattır; fakat yanlış uygulanırsa, işte orada tekdüzelik doğuran bir tuzak vardır. Nota okuyarak yetişmiş çocukların icralarını dinlediğimde şöyle yorumlarım: “Becerikli bir daktilocu yetiştirilmiş.” Aralarında gerçekten akıcı bir şekilde nota okuma yeteneği geliştirmiş olanlar var. Ancak müzikal algı ve ifadeden yoksunlar.
Çocuklar okumayı öğrenmeden anadillerini konuşabildikleri sürece, nota okumayı öğrenmeden müzik yapabilme yetisine sahiptir. Hatta yetenek eğitimindeki inanışa göre çocukların anadillerini hızla öğreniyor olmasının sebebi aynı anda hem okuma hem de konuşmayı öğrenmeye zorlanmıyor olmalarındandır. Okumayı halihazırda kelime hazinelerinde olan kelimeleri tanımlayabilecek düzeye geldiklerinde öğrenmeye başlarlar. Anadil öğrenimindeki paralelliğe göre yetenek eğitiminde de çocuklar belli bir seviyeye gelene kadar nota okumaya zorlanmadıkları sürece güzel müzik yapabilirler. Çevrelerinde okuyan kişiler olduğu için çocuklar her zaman kendi başlarına okuma isteğine sahip olacaklardır. Duyduğu birçok müziği çalabilecek teknik seviyeye erişen Anadil metodu öğrencisinin de çevresi, onu nota okumaya teşvik edecek bir çevreyle sarılmalıdır. Nota okuma yetenek eğitiminde son derece önemlidir. Sadece uygulamaya başlama zamanındaki farklılık, onu geleneksel yöntemlerden ayırır.


GRUP DERSLERİ

Yetenek eğitiminde grup dersi, en az bireysel ders kadar önemli bir kavramdır. Grup dersleri sadece bireysel derslerde öğrenilenleri takviye etmekle kalmayıp aynı zamanda çocuklara farklı seviyelerdeki yaşıtlarını gözlemleme imkanı sunar. Bu çocukların motivasyonunu korumasında çok önemli bir faktördür. Birlikte çalışma, işbirliği, lideri takip etme gibi müzik yaşamının çok önemli aktiviteleriyle küçük yaşlarda tanışmak, çocukların gelecekte orkestra ve oda müziği kariyerlerini doğrudan etkileyen değerlerdir.
Yetenek eğitiminde grup derslerinin ve birçok farklı grup aktivitesinin varlığı bazı toplumlarda yanlış anlamalara ve önyargılara neden olmaktadır. Suzuki öğrencilerinin toplu olarak verdiği bir konsere katılan ya da grup derslerine şahit olan birçok kişi Anadil metodunun grup eğitimi temelinde kurulduğunu düşünebilir. Grup derslerinin gereken çevre faktörünü yaratmada hayati öneme sahip olduğu gerçeğine rağmen yetenek eğitimi temelde bireysel dersler ekseninde oluşturulmuş bir eğitim felsefesidir.


SONUÇ

Anadil metodu çocukları müzikle yaşatmak için titizlikle hazırlanmış ve geliştirilmiş bir müzik eğitimi metodudur. Felsefesi becerinin doğuştan olmadığı ve uygun çevre koşulları sağlandığı sürece yeteneğin her çocuk tarafından edinilebileceği prensibi üzerine kuruludur. Bu varsayım, öncelikle aile olmak üzere yeteneğin gelişimine yardım edebilecek koşullara sahip her sağlıklı çocuğun anadilini konuşabiliyor olma gerçeğinden ileri gelir.
Anadil metodunda temel çevre ebeveyn ve öğretmenden oluşur. Bu yüzden çocuk Anadil metodunun bir öğrencisi olmadan önce çevrenin gücüne inanan ve her sağlıklı çocuğun öğrenebileceğine dair tereddüt taşımayan bir öğretmene ve ebeveynlere sahip olmalıdır. Öğretmen ve ebeveyler her çocuğun başarabileceğine inanmalıdır.


Dipnotlar

[1]“What is the Suzuki Method,” Suzuki Music: Learning with Love, Suzuki Talent Education Association of Australia (Vic) Inc. 2005

http://www.suzukimusic.org.au/suzuki.htm (4 January 2008).

[2] Shinichi Suzuki, Nurtured by Love, trans. Waltraud Suzuki (Miami: Warner Bros. Publications Inc., 1983), 5.

[3] Robin Bogner, “The Suzuki Philosophy,” American Suzuki Journal 18, no. 6 (Autumn 1990): 18.

[4] Suzuki, Nurtured, 2.

[5] Evelyn Hermann, Shinichi Suzuki: The Man and His Philosophy (Athens, Ohio: Ability Development Associates, Inc., 1981), 246.

[6] William Starr, The Suzuki Violinist (Knoxville, TN: Kingston Ellis Press, 1979), 41.

[7] Bogner, “Philosophy.”

[8] Carolyn Meyer, “Listening,” American Suzuki Journal 24, no. 4 (Summer 1996): 76.

[9] Shinichi Suzuki, Where Love is Deep, trans. Kyoko Selden (Saint Louis, Missouri: Talent Education Journal, 1982), 55, “Naughty!” Lectures on Musical Instruction 25, Talent Education no. 52 (Spring 1980); Talent Education Journal no. 6 (Summer 1980).

[10] Suzuki, Love is Deep, 15, “Monotony is the Worst Enemy of Music,” Lectures on Musical Instruction 18, Talent Education no. 45 (Summer 1978); Talent Education Journal no. 1 (Winter 1979).

KAYNAKÇA

-Bogner, Robin. “The Suzuki Philosophy.” American Suzuki Journal 18, no. 6 (Autumn 1990): 18-19.
-Hermann, Evelyn. Shinichi Suzuki: The Man and His Philosophy. Athens, Ohio: Ability Development Associates, Inc., 1981.
-Landers, Ray. The Talent Education School of Shinichi Suzuki an Analysis. Chicago: Daniel Press, 1980.
-Meyer, Carolyn. “Listening.” American Suzuki Journal 24, no. 4 (Summer 1996): 76.
-Starr, William. The Suzuki Violinist. Knoxville, TN: Kingston Ellis Press, 1979.
-Suzuki, Shinichi. Where Love is Deep. trans. Kyoko Selden. Saint Louis, Missouri: Talent Education Journal, 1982.
-Nurtured by Love. trans. Waltraud Suzuki. Miami: Warner Bros. Publications Inc., 1983.
-Suzuki Talent Education Association of Australia (Vic) Inc. 2005. “What is the Suzuki Method.” -Suzuki Music: Learning with Love. http://www.suzukimusic.org.au/suzuki.htm (4 January 2008).

6 Ekim 2008 Pazartesi

AKORDEON

Akordeonun Tanimi
Akordeon koruk’un kapatilmasi ve acilmasi ile calisan; sesler karsisinda hava akisi saglayan, bir klavye veya tuslar kontrolu ile havanin hangi sese gidecegini belirten ve boylece tonlari olusturan bir muzik aletidir.


Fiziksel Tanitimi
Modern akordeon iki parcadan olusan bir govdeye sahip. Her bir parca dikdortgen bicimde olup, koruk tarafindan ayriliyorlar. Her bir parca bir klavye bulur, bunlar dugme ve piano – stili tuslar seklinde olur. Cogu modern akordeonlar butun kordlari olusturacak dugmelere sahiptir.


Tarihi

Akordeonun basit formu Berlin’de 1822’de Friedrich Buschmann tarafindan kesfedildi. Avrupada 19. yuzyilda icat edilen ve hava basinci ile ses olusturan cesitli icatlardan birisidir.
Akordeon isimli muzik aleti ilk olarak 1829’da Cyril Demian tarafindan Viena’da patent altinda uretilmistir.

Demian’in aleti bugunku modern aletlere benzeyen cok az yanlari vardi. Onda sadece sol el klavyesi vardi – sag el sadece koruk’u calistiriyordu. Bu akordeon sadece bir dugme ile butun bir akort sesini olusturabiliyordu. Ayrica her dugme iki farkli kord olusturabiliryordu – acilista farkli bir ses, kapanista ise baska bir kord. Bu sarkilara eslik etmede cok guzel ve hafif bir aletti.

Bir baska musizyen, Jeune – flutina’yi icat etti. Flutina Demian’in icat ettigi akordeonu fonksiyon bakimindan tamamliyordu. Flutina sadece bir sesli melodi enstrumanidir. Tuslar sag el ile calistiriliyor ve sol el koruk’u calistiriyordu. Demian’in akordeonu ve Jeune’in flutinasi birlesince sonuc bugun hala ugretilen diatonic (iki sesli) akordeonlardan farkli degildir.
Buluslar devam etmektedir. Degisik klavye sistemleri ile beraber seslendirmeler gelistirildi (degisik seslerin degisik oktavlarda calmasi). Performans esnasinda oktavlar arasinda gecis saglayan mekanizmalar ile sesleri, dengeyi ve dayanikliligi iyilestiren cesitli ic yapi metodlari gelistirildi.

Uretim İslevi

Bir akordeoun uretimi tamamen otomatik bir islev degildir. Bir baska deyisle butun akordeonlar el-yapimi olarak nitelendirilebilir. Çunku kucuk parcaciklarin birlesiminde herzaman insan eli gereklidir.
Genel islev - ozel parcalarin yapimi, alt bolumlerin bilesimi, butun aletin birlesimi ve son olarak dekorasyon ve paketleme islemlerinden olusmaktadir.
En guzel ve kaliteli akordeonlar herzaman el yapimi olanlaridir – ozellikle tuslar/kamislarin (hava gecisini saglayan ic kisim) el yapimi olanlari, otomatik yapimi olanlarindan cok daya iyi bir ses kalitesine sahiptir. Bazi akordeonlar daha guzel ve dogal sesler vermek icin ozel olarak modifiye ediliyor. Bunlara ornek Japon ustasi Yutaka Usui tarafindan improvize edilen akordeonlari verebiliriz.

İngilizceden çeviren: Erhan MUÇO

5 Ekim 2008 Pazar

Konservatuarda Okumak

Ülkemizde müzisyenlere iş imkanı çok az, bir çok müzisyen bundan şikayetçi.

Oysa konservatuarda okumak çok zor, iyi müzisyeler gece yarılarına kadar çalışıyor.


Okudukları dersler bir hayli zor. Çok çalışmak zorundalar, müzik bir şarkıyı oturup dinlemek kadar basit birşey değildir. Bir enstumanı öğrenmek günde en az 4-5 saat çalışmayı gerektirir. Oturup çok zor bir alıştırmayı delirmişcesine tekrar ederek

3 Ekim 2008 Cuma

Şiir



KELEBEKLERİN DANSI


Ben bir ağacım
Öğrencilerim ise birer kelebek

Çok hassaslar
Üzerime konmuşlar

Çok dikkatli tutabilmeliyim dallarımda onları
Hiç bir zarar vermeden hayatlarına devam etmelerini sağlamalıyım...

Mirela MUÇO









(Bir yarışmada 1. seçilen "Kelebeklerin Dansı" adlı resim)

29 Haziran 2008 Pazar

EĞİTİM ÜZERİNE PROFESYONEL BİR BAKIŞ - Yrd. Doç. Dr. Leyla FETİHİ

Kendimize anlamlı amaçlar belirleyerek belli sürelerden oluşan ve esasında oldukça kısa olan yaşamlarımızı geçirmekteyiz. Her nesil kendinden sonra gelen nesle katkı sağlayarak dünyayı daha hoş bir hale getirme hedefinde. İşte eğitimciler böyle bir görevi üstlenmiş kişilerdir.

Öğrenmenin sonu olmayan bir süreç olduğuna inanıyorum. Doğduğumuz andan vefat etmekte olduğumuz ana dek devam ediyor. Bu süreçte kendimize ve çevremize faydalı olmaya çalışıyoruz. Kendimizi gerçekleştirdikçe, hayatı kucakladıkça, daha mutlu, daha verimli oluyoruz. Hayatımızın tatmin düzeyi daha fazla oluyor.

Öğretmenlik, manevi tatmin düzeyi oldukça yüksek meslekler arasında yer alıyor. Öğretmen öğrenci sevgisini çok özel, çok kutsal, çok geliştirici, çok kalıcı olarak görüyorum. Her yıl yeni öğrenci gruplarıyla bir araya geldiğimde, karşılıklı olarak birbirimizden öğrenmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Ne güzel!. Ne mutlu!. Bu diyalogda saygı önemli bir yer tutuyor. Bir yetişkinin bir gence veya küçük bir çocuğa göstereceği saygı arkasından gelen sevgi ve bunun karşılığında alınacak sevgi ve saygı.

Olgun bir yetişkin olmak demek, küçükleri korumak ve eğitmek anlamını taşımaktadır. Eğitim alanındaki deneyimlerim biriktikçe, bir genci ya da bir çocuğu incitmenin kolay olduğunu oysa onu yapıcı bir yaklaşımla eğitip, geliştirmenin daha önemli ve emek isteyen bir süreç olduğunu görüyorum. Hepimiz hayatımız boyunca sürekli olarak hem bir öğrenciyiz hem de bir öğretmeniz. Bir öğretmen olarak öğrencilerime yararlı olacak mesleki bilgileri iletiyorum, onları mevcut kaynaklardan haberdar ediyorum ama biliyorum ki, öğrenme ancak öğrenen öğrenmek istediğinde gerçekleşecektir. Çocuklarımızın öğrenmeyi öğrenmesi ve öğrenmenin eğlenceli olduğunu anlaması hayatları boyunca onlara yardımcı olacak keşiflerdir. Aktif (etkin) öğrenme, bir başka deyişle yaparak, deneyerek, yanılarak, duyularını kullanarak, düşünüp, tartışarak hayat boyu öğrenmek önem taşımaktadır.

Hepimiz hayatımız boyunca aktif öğreniyoruz. Sorularımızı soruyoruz, cevaplarımızı bulmaya çalışıyoruz. Düşe-kalka, hata yaparak büyüyoruz (Fathi, 1993). Aktif öğrenme sonucunda çocuklar kendi ilgilerini tanıma ve sorularına cevap bulma yollarını keşfederler. Böylelikle kontrol duyguları ve tatmin düzeyleri artar. İnisiyatifleri, merakları, bağımsızlık ve sorumluluk duyguları olumlu etkilenir (Hohmann ve Weikart, 1995).

Bırakalım çocuklarımız yaratıcılıklarını diledikleri gibi kullansınlar. Onları bizlerin kafalarındaki doğru ya da yanlışlarla kısıtlamayalım. Bırakalım mor damlı bir ev yapsınlar. Bir yuvarlak çizip, uzay gemisi olduğunu söylesinler. Onları kırmayalım, küstürüp öfkelendirmeyelim, yargılayıp kınamayalım. İnsan olmanın doğasında hata yapmak, kusurlu olmak var. Bizlerin en önemli rolü çocuklarımıza destek olmak. Onları dinlemek, anlamak, fikirlerini kabul etmek, düşünmeye teşvik etmek, farklılığı kabul etmek, hassas gözlemciler olmak, karşılıklı olarak birbirimizden öğrenmek. Yaratıcı insanları anormal kabul edip, onları dışlamak, onların potansiyellerinden yararlanmamak kimseye fayda sağlamayacaktır. Ancak böyle bir yaklaşım, hiçbir şekilde çocukları başı-boş bırakmak anlamına gelmemektedir.

Çoğu kez çocuklarla ilişkilerimizde övgü/ödül ve ceza dilini kullanıyoruz. "Çok güzel olmuş", "çok beğendim" veya "berbat olmuş, becerememişsin", "hiç beğenmedim". Oysa ortaya çıkardığı ürün çocuk için ne kadar anlamlı ve değerli. Övgü yerine teşvik ifadelerini kullanabiliriz örneğin, "resmini nasıl yaptığını bana anlatır mısın"; "resmini yaparken epey uğraştın"; "resminde pek çok sarı renk kullanmışsın" gibi ifadelerle harcanan çabaya odalaşan yapıcı yaklaşımlarda bulunabiliriz (Fathi, 1994).Çocuklarımız bizlere doğanın hediyeleridir. Onlar bizim sahip olduğumuz mallar değillerdir. Sanırım bu gerçeği göz ardı ediyoruz zaman zaman. Görevimiz, onlarla beraber büyümek, arkadaş olmak, sevmek, kabul etmek, anlamak, desteklemek, beraber oynamak, yol göstermek, geliştirmek, kolaylaştırmak, kalıcı olumlu izler bırakmak, onları kazanmak, olabildiğince ön yargısız olmak. Böyle bir ortamda büyüyen çocuk çevresine yetişkin olduğunda doğal olarak faydalı olabilecektir çünkü öncelikle kendini anlayabilen, kendine faydalı olabilen bir insan olmuştur.

Şimdi sizlerle Ralph Waldo Emerson tarafından yazılmış olan aşağıdaki şiiri paylaşmak istiyorum.

BAŞARI
Sık ve çok gülmek;Zeki insanların saygısını ve çocukların sevgisini kazanmak;
Dürüst eleştirmenlerin onayını almak ve sahte dostların aldatmacasına kapılmamak;
Güzelliği takdir etmek;Başkalarında en iyiyi bulmak;
Dünyayı sağlıklı bir çocukla, bir parça bahçeyle ya da düzelmiş bir sosyal koşulla biraz daha iyi bir şekilde bırakmak;
Bir kişinin bile olsa siz yaşadığınız için daha rahat nefes aldığını bilmek;
İşte bunlar başarıdır.

Bu şiir ne kadar geniş ve çok-yönlü bir başarı tanımını içeriyor değil mi?!. Bu şiir bize başarının tek bir tanımı olmadığını, pek çok boyutu olabileceğini hatırlatıyor. Hayatının tüm alanlarında başarılı/başarısız bir insanın varolduğuna inanmıyorum. Başarılı ya da başarısız olduğumuz yanlarımız var. Tıpkı, tümüyle aptal/akıllı, üstün/aşağı çocukların olmadığı gibi. Bu şiir bizi, kendimiz ve çocuklarımız adına düşünmeye davet ediyor. Hepimiz kendimize özgüyüz. Bizimle tamamıyla aynı olan bir başka insan daha yok dünyada. Çocuklarımızı diğer çocuklarla kıyaslamak örneğin, "Yasemin senden daha güzel resim yapıyor", "sen henüz düzgün konuşamıyorsun oysa Ahmet çoktan konuşmaya başladı" gibi ifadeler onların kalbini kırıp, gelişimlerini olumsuz etkilemekten başka bir amaca hizmet etmeyecektir. Farklılık güzeldir, farklılık zenginliktir, farklılık beraberinde kuvveti getirecektir. Birbirimizden farklı olan yeteneklerimizi bir araya getirerek çok daha iyi şeyler başarabiliriz. Unutmayalım, hepimiz birimizden çok daha zekiyiz. Bu da bizi takım (ekip) çalışmasının önemine getiriyor. Eğitimciler, aileler, çocuklar, bütün toplum el ele hep birlikte çalışarak amaçlarını gerçekleştirebilir.

Öğrencilerime kendilerini sürekli yenilemelerini ve geliştirmelerini öneriyorum. Sporla, sanatla, kitap okuyarak, kurslara katılarak, eğitime devam ederek... Kendine faydalı, kendiyle mutlu olabilen bir insan ancak çevresine faydalı olabilir. Kendimizi ve çocuklarımızı, davranışlarının farkında olan, düşünce ve duygularıyla ilgili farkındalık geliştirmiş, öz-güven sahibi, empati kurabilen, problemleri iletişim becerileri yoluyla çözebilen bireyler haline getirmeye çalışmak önemlidir. Bunun için çocuklarımızın öncelikle bu özelliklere sahip yetişkin modellerini görmeleri gerektiğini hatırlatmak istiyorum. İnsanoğlu boşlukta yetişemiyor, uzun yıllar süren çabalar sonucu büyüyor ve olgunlaşıyor. Onlara insanca davranışlar sergilemeden insan olmalarını beklemenin gerçekçi olmayacağı görüşündeyim. Öğretmenlik gibi bir sevgi mesleğini yapabilmenin bir ayrıcalık ve bir hediye olduğunu düşünüyorum. Sevgisiz, katı bir kalple, kırıcı bir tarzla yapılabilecek bir meslek olmadığına inanıyorum. Bir öğretmenin performansında çalıştığı kurumdaki yöneticisi de rol oynamaktadır. Öğretmenlik fiziksel ve duygusal açıdan zorlayıcı bir meslek olarak nitelendirilebilir. Bir yuva yöneticisinin bundan haberdar olarak, çalışanlarının verimi için en uygun ortamı oluşturmaya çalışması önemlidir. Okulöncesi eğitimi alanında çalışan öğretmenler çocuklarla ilişki halinde olmayı çok sevdikleri ve psikolojik bir tatmin aldıkları için mesleklerini çoğu zaman yetersiz maaş alsalar bile sürdürmektedirler (Fetihi, 2000).

Kendi eğitim felsefemi paylaşmaya çalıştığım bu satırlar, meslek yaşamımdaki deneyimlerim ve bilgilerim ışığında ortaya çıkmıştır. Sorumluluğumuzun, elimizden gelenin en iyisini yapmak olduğuna inanıyorum. Hiç birimiz mükemmel değiliz. Yazımın sonunda "en iyi iyinin düşmanıdır" ifadesini kullanmak istiyorum. Burada ifade etmek istediğim, eğer kendimizden, çocuklarımızdan mükemmellik bekleyecek olursak, korkarım üretimimiz yavaşlayacak, hata yapma korkumuz o oranda artacaktır. Hizmetlerimizde daima titizlikle, iyi niyetle gayret etmek daha akılcı ve gerçekçi olacaktır. Çalışma alanımızdaki isimlere, başlıklara takılmak yerine içerik üzerinde durup, içeriği anlayıp kendi sentezimizi oluşturmak daha gerçekçi ve sağlıklı olacaktır. Unutmayalım ki, tüm soruların cevabı olabilecek sihirli bir değnek, tek bir doğru çözüm yolu yoktur. Çözümler, edindiğimiz bilgileri eğitimcilik sentezimizden geçirerek çözüm yolları üretip, bu yolları denemekten geçmektedir. Teori ve pratik el ele bizim yol göstericimiz olacaktır.

Son olarak, kendilerinden çok şey öğrendiğim tüm öğrencilerimi ve tüm öğretmenlerimi sevgiyle anmak istiyorum. Öğretmenlerimin ellerinden hürmetle öperim. Hayatta olmayan öğretmenlerimin ve büyüklerimin geride bana bırakmış oldukları aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlarsız bugünlere ulaşmam güç olacaktı.

KAYNAKLAR
Fetihi, L. (1994). Övgü mü teşvik mi?. Yaşadıkça eğitim, 32, 6-8.
Fetihi, L. (1993). Çocuklarla nasıl oynayalım?. Yaşadıkça eğitim, 28, 28-30.
Fetihi, L. (2000). Okulöncesi eğitimde yönetici-öğretmen ilişkisi. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Dergisi, 17, 55-70.
Hohmann, M. ve Weiart, D.P. (1995). Educating young children: Active learning practices for preschool and child care programs. Ypsilanti, Michigan: High/Scope Press.


Yrd. Doç. Dr. Leyla FETİHİ