3 Nisan 2009 Cuma

Havada Müzik ve Öfke Var…

Havada müzik var, yüreklerde, dillerde müzik var, yaz aylarında her yerde müzik var…

Daha geçen akşam Bobby McFerrin ve vokalistlerinin, sazsız sözsüz, ama ağızlarından dökülen seslerle ritmi yakalayıp, havada birkaç perende attırıp , kendilerini bir caz orkestrasına ve hiç anlamı olmayan sesleri muhteşem bir müziğe dönüştürmelerine tanık olduk…

Havada müzik var…Ah şimdi ya da son bir aydır Antalya'da , Aspendos'ta olmak vardı. Hem bizden hem yabancı ülkelerden gelmiş operaları o büyülü mekanda, büyülü gecelerde dinlemek vardı. Bu akşam Aspendos Festivali'nin kapanış temsili olan "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nı La Scala Balesi'nden izlemek vardı… (Güney'de bir yerlerdeyseniz, sakın kaçırmayın!)

Antalya… Adana…

Havada müzik var ama aynı zamanda öfke var, acı var, isyan var ve kahrolası inatlaşma var… Hele Antalya deyince…

Daha önce bu sayfalarda okudunuz: Antalya Senfoni Orkestrası, açıklanmayan nedenlerle kapatılmak isteniyor. Kapatılıp Antalya Opera ve Balesiyle birleştirilecekmiş…

Antalyalılar isyanda! Antalyalılar öfkeli! "Orkestramızı isteriz" kampanyası başlattılar. Kısa sürede binlerce imza topladılar.

Bu orkestranın nasıl kurulduğunu bilenler , 1995'de tohumları atılıp, 1997-98'de kuruluşundan bu yana göğüs gerdiği zorlukları , sürdürdükleri direnci ve dinleyicileri fethedişi bilenler kahroluyor bu karara. Devlet , kuruluşundan bu yana Antalya Senfoni Orkestrasına verdiği taahütleri yerine getiremediyse, suç Antalyalıların mı, yoksa orkestranın mı?
Çukurova Devlet Senfoni Orkastrası da kapatılıp, Mersin Devlet Opera ve Balesiyle birleştirilmek istendi. Ancak Adanalılar seferber olup orkestralarının kapatılmasını önlediler. Adana, tüm kurum ve kuruluşlarıyla, müzik severleriyle, Valisi ve Belediye Başkanıyla öyle bir tepki gösterdi ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrasını kapama kararını geri aldı.

Bu yazıyı yazdığım ana kadar Antalya'da on bin imzanın toplandığı söyleniyordu. Elbet doğru olup olmadığını bilemiyorum. Acaba hükümetin orkestralarla başlayıp, öteki sanat kurumlarını kapamaya yönelmesini, bu "temizlik" işini durdurmak için kaç imza yeterli olur dersiniz???

Üstelik ülkemizde konservatuarlardan yetişen sayısız genç görev beklerken , önlerinin açılmasını beklerken tam aksi yönde bir tutum, sanatsal kaygıdan öte toplumsal kaygılara da yol açıyor bende.
Ülkemizde "iyileştirmek", ya da "reform" adı altında alınan herhangi bir karar, yıkıcı, yok edici değil, ancak yapıcı olursa, o kararın ardında art niyet aranmaz. Aksi halde rotamızı karanlığa çevirdiğimiz duygusundan kurtulamıyorum.

"Sevgili Hocam…"

Tam Antalya Senfoni Orkestrası'nın geleceğine ilişkin korkular içindeyken elime ulaştı Edebiyat öğretmeni Haydar Göfer'in "Sevgili Hocam" kitabı. Yıllar içinde öğrencilerinin yazdığı mektuplardan oluşuyor bu güzelim kitap..

"Sevgili Hocam…" diye başlayan nice mektup… Kimi öğrencilerin kutsal görev sayıp yazdığı, kiminin derslerden, arkadaşlardan söz etmek, akıl danışmak, hasret ve özlem gidermek için, ama en çok düşüncelerini paylaşmak, sevgi ve saygılarını dile getirmek için yazdıkları mektuplar…

İçlerinden birini buraya almak istiyorum. 8 Mayıs 1964 'de Napoli'den, Kadri Kaynak Küçükpınar'ın hocasına yazdığı bir mektup:

"Sevgili Hocam,
En az benim kadar sizi de sevince ve gurura boğacak bir haberi müjdelemek istiyorum . Çarşamba akşamı buradaki opera evinde Donizetti'nin 'Roberto Devereux' oynandı. Kraliçe Elizabeth başrolünde Leyla Gencer oynuyordu. (…)

Çarşamba akşamı Leyla Gencer'i siz de dinleyecektiniz. Asırlık koca opera salonunu tıklım tıklım dolduran Napoli halkı , o akşam sanki çıldırmıştı hayranlıktan. Leyla Gencer'i kaç kere sahneye çıkardılar , kaç demet gül, karanfil attılar, hatırlamıyorum… O, artık dünyaya mal olmuş bir sanatkar.

Çarşamba akşamı aklımdan geçenleri anlatamam. Bir an her şeyi unutmuş , ben de o çıldırasıya alkışa katılmıştım, ama artık Leyla'yı alkışlamıyordum. Sanki sahneden halkı selamlayan o derin tebessüm, bir uzak ülkeden geliyordu. Bir an Mustafa Kemal önümüzdeydi; Leyla değil, Atatürk alkışlanıyordu.

O akşam duyduğum kör bir milliyet hissi değil, asırlardır bizi körelten yobaz peçeyi silip , Türkiye'yi bütün insanlığa mal eden Mustafa Kemal'in sevgisiydi.
Türk denince 'Barbar' diye yüz çeviren keferenin, bir Türk sanatkarını böyle çıldırasıya alkışlayışı, bizlerin Mustafa Kemal'e ne kadar borçlu olduğumuzun ifadesi değil mi?"

Mektup böyle sona eriyor… Tam da şu günlerde elime geçmesi ne rastlantı ama…

Teşekkürler Sayın Haydar Göfer , "Sevgili Hocam" kitabını bana ilettiğiniz için…


17 Temmuz 2004

Zeynep Oral - www.zeyneporal.com

Hiç yorum yok: