3 Nisan 2009 Cuma

Müzikle yaşamak, Müzikle Ölmek…

İstanbul muhteşem. İstanbul müthiş, İstanbul olağanüstü.İstanbul gibisi yok. Bu temmuz ayında İstanbul tepeden tırnağa müzik kesilmiş, kentin neresine dokunsanız ses veriyor!

Aynı hafta içinde hem sıra dışı Cecilia Bartoli’yi , hem caz tarihinde efsneleşmiş Nat King Cole’un kardeşi Freddy Cole’u; hem de Arild Andersen –Nana Vasconcelos- Kudsi Erguner üçlüsünü dinlemek, kime , dünyadaki hangi kente nasip olur ki!!! Ama burası İstanbul! Burada olur! Büyülü kent İstanbul , insanı müzikle şaşkına çevirir, müzikle uçurur! Teşekkürler bizleri müzikle yücelten İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ve tüm sponsorları… Teşekkürler “İstanbul Jazz Center”…

(Şehirler içinde bir şehir Beyrut…Nice acılar, nice ölümler, nice savaşlardan sonra küllerinden yeniden doğan Beyrut… Ora insanlarının aşkla, tutkuyla, amansız bir çabayla, azimle, tırnaklarıyla etleriyle, canlarıyla, rüyalarıyla umutlarıyla, geçmişin yaralarını sarıp yeniden inşa ettikleri şehir… İstanbul’umla kanatlanırken yüreğim, Beyrut için paramparçayım. Aczimin önünde her bir parçam ayrı acı çekiyor… Ne korkunç bir dünyada yaşıyoruz!)

Aya İrini’nin sahnesinde Cecilia Bartoli sadece soprano ve mezzo-soprano, çok renkli, çok geniş spektrumlu sesiyle değil, tepeden tırnağa tüm bedeniyle, saçının her teliyle, gözleriyle , bakışlarıyla, teniyle , teninin her zerresiyle, tüm kişiliğiyle ve en çok ta kalp atışlarıyla söylüyor. Yaşamı söylüyor. Acılarıyla, sevinçleriyle, gözyaşları ve kahkahalarıyla hayatı söylüyor… O söylerken, sesi, yüreğinin pırpırlarına dönüşüyor; sesi , soluk olup hepimizi sarmalıyor. O solukla kanatlanıyoruz… Sesi, “entrüman” (çalgı) olup, yeryüzünün en ince , en hassas “ayarıyla” , ruhlarımızı yüceltiyor… İç organlarıyla söylüyor, nabzıyla söylüyor… Bedenindeki ve sesindeki titreşimler, bizleri bir kez daha yeryüzünün harikuladeliğine, insanoğlunun olağanüstülüğüne inandırıyor. Onunki artık yorumculuk değil, yaratıcılık! İnsanın yaratıcı gücüyle coşuyoruz… Freiburg Barok Orkestrasının tüm elemanlarına gösterdiği sevgi ve saygı, onlarla kurduğu muhteşem ilişki, orkestranın her elemanını kucaklayışı, onları yüceltişi , alçakgönüllüğü, kişiliğini ortaya koyuyor. Zaten konser boyunca tüm izleyicileri de kucaklıyor…İyi ki yaşıyorum, iyi ki yaşıyorum…

(Lübnan’da insanlar ölüyor. Parçalanmış çocuk bedenleri, anaların gözyaşları, dünya büyüklerine hiç bir şey ifade etmiyor. Her ülke kendi vatandaşlarını, cehenneme dönüşmüş Lübnan’dan bir an önce çıkarmaya, kaçırmaya uğraşırken, geride kalanları, kendi seçmedikleri, kendi istemedikleri, neden olmadıkları ölüm çemberine mahkum ediyor. Ya İsrail vahşetine, saldırganlığına ve bombalarına, ya da Hizbullah terörüne… )

Ortaköy’de, Freddy Cole piyanonun başında şarkılarıyla en çok aşkı söylüyor. Dinleyicileri “eski”lere götürüyor, unutulmaz bir gece yaşatıyor. Siyah ses geleneğinin, ağabeyinin dillerden düşmeyen şarkılarının ve farklı bestelerin izini sürüyor. Fizik olarak da Nat King Cole’e benziyor. Sanki onun yaşlısı. 70’inin üzerinde olmalı. “King” yaşlanmaya fırsat bulamamıştı. Freddy Cole’un ses rengi farklı , kendine özgü. Billie Holiday’i düşünmeden edemedim… Zaten, söylediği şarkılar içinde en çok alkış alanı , “Ben kardeşim değilim, ben , benim..”

(Yapmayın , etmeyin! Türkiye, İsrail değildir. Türkiye, İsrail olamaz, olmamalı! Milleti kışkırtmaktan vazgeçin! Şu sıralar başbakanından köşe yazarına, kim daha yüksekten atıp, oraya da gireriz buraya da diye Kurtlar Vadisi kahramanlarına özeniyor ve milleti galeyana getirip kışkırtıyorsa, daha çok alkış aldığının, daha “popüler” olduğunun farkında! Ama bu tutum, ne yitirdiğimiz gencecik çocukları geri getirir ne de terörü sonlandırır!)

Yine Aya İrini’deyim. Sahnede üç insan. Anadolu kültürünü , evrensel boyutlara taşıyan Kudsi Erguner, Norveçli ünlü caz Bascısı Arild Andersen ve Berzilyalı vurmalı sazlar “büyücüsü” Nana Vasconcelos… Yeryüzünün üç ayrı köşesinden gelip , ah nelerden, nerelerden geçerek ; birikimlerini damıta damıta bu sahnede buluşmuşlardı… Yeryüzünün, insanoğlunun ve yaşamın muhteşemliğini, sonsuzluğunu, o ortak duyguyu, yaratıcılığın gücünü, bizlerle paylaştırdıklarında , kimilerinin dilinde hiç anlam taşımayan “medeniyetler buluşması” işte bu olsa gerek diyordum. Her birinin kendi bestesine, öteki ikisinin uyumu ; kendilerinden kattıklarıyla, yetenekleriyle, ustalıklarıyla, yaratıcılıklarıyla tarihi ve coğrafyayı, zamanı ve mekanı yeniden yaratmaları keşke, ah keşke dünyaya örnek olabilse… Biz ölümlü dinleyicileri , sonsuz sevgi, barış, dayanışma, uyum, saygı, adil bir yaşam üzerine düşünmeye yönelttiler…

Yaşamla ölüm iç içe… Geçen hafta boyunca müzikle yaşama sarıldım. Öldürenleri, müzikle lanetledim.

23 Temmuz 2007- Cumhuriyet



Bu Cennet Bu CehennemBu Cennet Bu Cehennem'i bir solukta, severek ve yazarın şarkısına katılarak, insanımıza karşı duyduğu sevgiyi paylaşarak okuyacaksınız.

Devam

Katmandu'dan Meksika'ya

Katmandu'dan Meksika'yaYazar, Katmandu'dan Yemen'e, Pakistan'dan İrlanda'ya, Altay Dağları'ndan Prag'a, Polonya'dan Meksika'ya yürek atışlarının peşinden giderken, ilgisini insana ve topluma yöneltiyor..




Uzakdoğu'mUzakdoğu'm, yazarın keşfetme ve öğrenme tutkusu, keskin gözlemciliği, ustalıklı ve şiirsel anlatımı, sıcak biçimiyle kanatlanan, düşünsel, düşsel ve görsel zenginliği olan bir yolculuk...

Devam


Hiç yorum yok: