İstanbul kenti, kendi başına bir mucizedir. Doğanın, tarihin, coğrafyanın biçimlendirdiği bir mucize...
Bu mucize kentin, dünyanın sayılı metropollerinden birine dönüşmesinde İstanbul Sanat ve Kültür Vakfı'nın çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum.
Bundan 30 yıl önce, bir avuç insanın düş kurması ve azmetmesiyle başlayan bir etkinlik gerçekleştirdi bu vakıf. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali. Sonra bu festivalden beş yeni festival üretti ve onları yaşamımıza kattı . Artık İstanbul'un Uluslararası Sinema Festivali (nisan) Uluslararası Tiyatro Festivali (Mayıs) Uluslararası Müzik Festivali (Haziran) , Uluslararası Caz Festivali (Temmuz) ve Uluslararası İstanbul Plastik Sanatlar Biyenali (Eylül) var.
Bu yıl otuzuncusu gerçekleştirilen Uluslararası İstanbul Müzik Festivali'nin belli başlı özelliklerini, satır başlarıyla şöyle sıralayabilirim:
Çağdaş, evrensel kültürün , geniş bir yelpazedeki en özgün ürünlerini sunması...
Niteliğinden asla ve asla ödün vermemesi... Farklı sanat alanlarının, farklı "ekol"lerin, farklı akımların , farklı disiplinlerin en kaliteli örneklerini sunması...
Başka ulusların, toplumların kültür birikimi ve değerleriyle , bizim kültürümüzü aynı potada bir araya getirerek , uygarlık bilincimizi geliştirir...
Geçmişten damıttığı birikimi geleceğe yönelik umuda dönüştürür...
Tüketici değil, üretkendir ; yaratıcılığı ve yaşamı savunur... İnsanı insan yapan değerleri yüceltir...
Bütün bu özellikleri göz önünde tutunca ben bu festivale de "mucize" demekten kendimi alamıyorum. İstanbul'a damgasını vuran, İstanbul'un kimliğini yücelten, kendi kimliğimizi yücelten , bizi çoğaltan bir mucize...
Bu akşam "30.Yıl Konseri"ne Rengim Gökmen'in yönettiği İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasını ve ülkemizin müzik dünyasına kazandırdığı on iki ünlü solisti dinleyeceğiz. Bu akşamı beklerken 30 yıl öncesinden bir öykü takıldı aklıma:
Sene 1973. Uluslararası İstanbul Festivali, ilk kez gerçekleştiriliyor. Program olağanüstü zengin. Programın "star"larından biri 2 resital, bir konser verecek olan Yehudi Menuhin.
Birinci resital Aya İrini'deydi. Yalnız Bach'ın eserlerinden oluşan bir programdı...İkinci resital Darüşşafaka Konser Salonu'ndaydı. . İdil Biret'le birlikte Beethoven'in piyano ve keman için bestelediği en ünlü sonatları yorumladılar...Gelelim üçüncüsüne:
Menuhin, Ayla Erduran ve Suna Kan, İstanbul Senfoni Orkestrası'yla birlikte Vivaldi'nin üçlü keman konçertosunu çalacaklardı. Ancak konser günü, müthiş bir panik! Korkunç bir şey oldu ! Orkestra partisyonunun notalarının kayıp olduğu ortaya çıktı. (Üstelik bu ikinci kayboluşuydu!) Konserin başlamasına birkaç saat vardı ve orkestranın çalacağı notalar ortada yoktu! Aydın Gün birkaç kez öldü dirildi ama hala notalar ortada yoktu. Sonunda birinin aklına parlak bir fikir geldi: İdil Biret'ten yardım istendi. Yine "Üç Keman Konçertosu" çalınacak, ancak orkestra partisyonunu İdil Biret piyanoda çalacaktı. Sanatçı seve seve yardıma koştu. Bütün bu hengamede Menuhin hep çok sakin,çok anlayışlı, çok güler yüzlüydü.
Bu plan gerçekleşmedi. Son anda notalar bulunda ve orkestra çaldı. İdil Biret de büyük bir alçak gönüllülükle orkestra arasında yerini aldı. Üç "kemancı" birbirlerinin gözlerinin içine bakarak, birbirlerine gülerek, birbirlerine sevgiyle, saygıyla, hayranlıkla ve aşkla bağlanarak , ölümsüz yapıtı, bu barok mücevheri seslendirdi. Üçlü konçerto sona erdiğinde , sonu gelmeyen bir alkış koptu. İşte o zaman Menuhin , bütün akıllarda ve yüreklerde yer edecek inceliği gösterdi. Konsere solist olarak katılmadığı için gerilerde kalmaya çalışan İdil Biret'i elinden tutup iki keman virtüozumuzun Ayla Erduran ve Suna Kan'ın yanına getirdi . Kendi iyice kenara çekilip, bu üç genç kadının önünde yerlere dek eğildi. Salon ayağa kaktı. Üç sanatçımızı ilk kez bir arada alkışlıyorduk... 30 Yıl önceydi...
Uluslar arası İstanbul Müzik Festivaline daha nice otuz yıllar diliyorum.
8 Haziran 2002
Zeynep Oral - www.zeyneporal.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder